Hülya Sezgin Yazdı…
Mordoğan’da yazlıktayım. Her gün sevgili komşum Demet ile yürüyüş yapıyoruz, denize giriyoruz. Sözümüz, sohbetimiz bitmiyor maşallah. Pek çok ortak konumuz var. Birini anlatırken öteki geliyor aklıma, hemen ona başlıyorum. Kimi konularda kahkahalarla gülerken kimi konularda ise hüzünleniyoruz.
Geçen gün yine bir ara öyle oldu. “Ayvalık’a kadar gelmiş müsilaj” deyiverdi. Aniden yüreğim “hop” dedi!.. İçim sızladı, ürperdim, korktum. Öyle ya… Şu sağımızda, solumuzda balıklarla birlikte yüzdüğümüz pırıl pırıl muhteşem deniz balçık salyalarla kaplanacak! Düşünmek bile korkunç… Dilerim bir an önce temizlenir. Daha doğrusu nedenleri ortadan kaldırılır!..
Bu arada yalnız musilaj mı?
Mavi vatan denizlerimize pek de farkında olmadan ettiğimiz kötülüklerden daha neler var, neler!..
Öncelikle denizin kıyısında muhteşem manzaraya karşı keyifle çekirdeğini yiyip kabuğunu oracığa bırakanlar, sigara içip izmaritini kuma saplayanlar… Pet şişesini, cipsinin poşetini atanlar… Ne diyeceğimi bilemiyorum artık onlara… Sonra da pis bulunca en çok onlar şikâyet ederler… Suçu kendilerinde aramazlar…
Hani laf lafı açar derler ya… Düşünce de düşünceyi getiriyor bende. Çocukluğum geldi aklıma…
Rahmetli babam balık avı hastasıydı. Rize’deydik o yıllar. Babam bankada çalışıyor… Ben yedi sekiz yaşlarındayım. Sabah uyanıp mutfağa koştuğumda tezgâhın üstünde dev gibi balıkları görür çok sevinirdim. Yok, çocuk olduğumdan değil, gerçekten kolum gibi iri balıklardı. Lüfer, kefal hatta günümüzde pek çok kişinin görüp tatmadığı, artık yok olmaya başlayan tepsi gibi kalkan balığı bile olurdu zaman zaman…
Bankadan çıkar çıkmaz acele ile eve gelir, akşam yemeğini yer, ekmek ve yemleme için mandıradan aldığı korkmuş çökelek ile oltasını kaptığı gibi, sanki kaçıyor gibi doğru denize koşardı. Gece geç saatlere kadar avlanır, sonra sessizce eve gelir yatardı. Sabah biz kalkınca da bu manzara ile karşılaşırdık…
Bir sabah yine annem tezgâhta gördüğü kocaman lüferi hemen temizleyip dolaba koymak istemiş. Bıçağı kafasına sürünce koluna yediği şiddetli bir kuyruk darbesi ile bıçağı da balığı da fırlattığı gibi içeri kaçmış, korkudan bir süre mutfağa girememişti. Balığa acımış ama anneme çok gülmüştük…
Balık tutmak keyifli, ancak nesline zarar vermeden, küçük gelirse geri suya bırakmak şartı ile… Ancak o oltanın ucundaki kurşun var ya, hani ağırlık için bağlanan. İşte hiç aklımıza gelmiyor ama o bir zehir. Doğaya, insan sağlığına zararlı. Olta taşa takılıp kopunca kurşun denizde kalıyor ve oradan zehir saçmayı sürdürüyor. Kurşun bilişsel gelişmeyi bozabilmekte, öğrenme ve davranış sorunlarına yol açabilmekteymiş. Kurşun zehirlemesi şiddetli karın ağrısı, kusma, ishal, koma ve kasılmalarla kendini gösteriyormuş.
Cıva, arsenik, alüminyum, kadmiyum gibi ağır metaller vücuda besinlerle, içme sularıyla ve hava yoluyla buhar olarak girip yumuşak dokularda birikerek uzun yıllar kalırmış… Anneden çocuğa da geçebilir, çeşitli organ hasarları oluşturur, böbrekte birikir, zehirlenme ve hatta ölüme dahi neden olabilirmiş.
Araştırma yaptığımda yüz elli iş kolunda kullanıldığını görünce dehşete düştüm. Boya sanayiinde, cami kubbelerinde kullanılıyor, metal kahve değirmeninin içi bile kurşundan yapılıyormuş…
Biliyor musunuz en çok da solunum yolu ile alıyormuşuz.
Bu öyle bir hal almış ki iş kolu bile oluşmuş İstanbul’da. Pek çok tekne artık Boğaz’da balık tutma ile uğraşmıyor, bu işi yapıyor, dalarak kurşun topluyormuş. Dört tekne günde seksen kg. kurşun çıkartıyormuş. Bütün tekneleri kabaca hesaplayınca bir buçuk ton civarı olduğunu söylüyorlar.
Bu yolla denizde kalan kurşun nedeni ile balıklar zehirleniyor, onları yiyen insan da zehirleniyor. İşte o yüzden derler ki dipte yüzen balıkları yemeyin…
Egzoz gazları da kurşun içerdiğinden yol kenarında biten otları asla toplayıp yemeyin diye de söylerler…
Balıkçılar parladığı için kullanıyorlarmış ama onun yerini tutacak elbet bir şey bulunur. Demir olsa zamanla çürür, kurşun çürümüyor da…
Avrupa’da bilinçli tüketici gerek bijuteri, gerek başka bir şeyi “Kurşun içerir mi?” diye sormadan almıyormuş. Zaten kullanımı da yasakmış… Bizde pek çok yerde kullanılıyor. Sağlığımızı tehdit eden bu zehirli metalin kullanılması acilen yasaklanmalı… Kullanım alanlarına düzenleme getirilmeli…
Kurşun gibi ağır tehlikenin büyüklüğünü görebiliyor musunuz?
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)